Geçtiğimiz günlerde, her yıl olduğu gibi Türk müteahhit firmaları dünya klasmanında yine yerlerini aldılar. Dünya'daki ilk 250 mütehhitlik firması içersinde 33 tane Türk firması vardı. Bunun bir tesadüf olmadığı çok aşikar. çünkü bu başarı sadece bu yıla mahsus bir husus değil. Yıllardır Türk firmaları bu klasmanın üst sıralarında yerlerini alıyorlar.
Bence bu başarının arkasında birinci neden, Türk insanının kaos ortamında başarılı olması, hatta kaos ortamını sevmesi ve bundan beslenmesidir. Bununla ilgili daha derinlemesine analizlerimi daha sonra anlatacağım....
30 Aralık 2010 Perşembe
28 Aralık 2010 Salı
U17 GS-FB maçının ardından..
Sporda şiddet en son Beşiktaş-Bursaspor maçından beri zaten gündemdeydi. En son U17 GS-FB maçı ile artık spor gündeminin birinci sırasına yerleşti. Ancak bu türden şiddet olaylarının gündeme gelmesi ve bunlara karşı sporda şiddet yasasının çıkması için, olayların içinde illaki üç büyük takımın mı olması gerekir? Geçen yıl Gaziantep- Bursa, İBB- Diyarbakır maçlarındaki şiddet bu son örneklerden daha mı az ciddiydi? (Bunun yanında Süper Ligin dışında alt kümlerde gündeme dahi gelmeyen onlarca, yüzlerce şiddet olaylarıda olmuştu.) Bunlar medyada bir kaç gün gündemde kaldıktan sonra unutuldu gitti..
Herşeyde olduğu gibi birtakım gelişmelerin ses getirmesi için, olayların içinde mutlaka 3 büyüklerden birisinin aktör olması mı gerekiyor? Hem medyanın, hemde kamuoyunun artık bu tür ikiyüzlülüklerden tez zamanda vazgeçmesi gerekiyor. Futbolumuzun marka değeri ancak bu taktirde yükselir. Tamam mesele rayting meselesi. Ancak bunun da dozunu kaçırmamak lazım. Bu aksi taktirde bumerang etkisi yaratır, hatta yarattı bile. Anadolu insanı artık kendi şehir takımlarını desteklemez oldu. Sonra, (futbol kentleri olan Bursa, Trabzon ve Eskişehir dışında) Anadolu şehirlerinde stadlar neden dolmuyor diye yakınıp dururuz.
Herşeyde olduğu gibi birtakım gelişmelerin ses getirmesi için, olayların içinde mutlaka 3 büyüklerden birisinin aktör olması mı gerekiyor? Hem medyanın, hemde kamuoyunun artık bu tür ikiyüzlülüklerden tez zamanda vazgeçmesi gerekiyor. Futbolumuzun marka değeri ancak bu taktirde yükselir. Tamam mesele rayting meselesi. Ancak bunun da dozunu kaçırmamak lazım. Bu aksi taktirde bumerang etkisi yaratır, hatta yarattı bile. Anadolu insanı artık kendi şehir takımlarını desteklemez oldu. Sonra, (futbol kentleri olan Bursa, Trabzon ve Eskişehir dışında) Anadolu şehirlerinde stadlar neden dolmuyor diye yakınıp dururuz.
27 Aralık 2010 Pazartesi
ARGONOT
Argonot bir deniz canlısı, kafadan bacaklılardan, bitki gibi ama denizin derinliklerinde bir kayaya tutunarak yaşar. Erkek argonotlarla biz erkekler arasında korkunç benzerlikler var. Erkek argonot kaya üzerinde otururken, diğer deniz canlıları gibi spermlerini ”nasılsa birisi dişiye rast gelir” diye salmaz. Önce dişiyi gözüne kestirir ve ardından penisi vücudundan ayrılarak dişiyi bulur kenetlenir ve spermini boşalttıktan sonra tekrar sahibine geri döner.J ( bu nedenle çapkın, her gece başka bir kadınla beraber olan ancak kendisine sorulduğunda o kadın mı? onu hiç tanımam ayaklarına yatan erkeklere de arogonot da denir)
Ancak Argonot'un teknolojisi erkeklerden daha üstün. Biz erkekler onun yanında 1.Dünya Savaşından kalma Rus Tankı gibiyiz. Koca gövdemizle hedefi bulur milyonlarca spermi boca eder ancak bunlardan sadece bir tanesi hedefi bulabilirse bulur. Düşünün milyonlarcasından sadece bir tanesi.
Ama Allahtan durum böyle, düşünsenize aksi durumda neler olurdu? Giden geri gelmez, gelirse bu senindi benimdi gibisinden kavgalar tartışmalar...Ama erkeklerin de Argonot'tan üstün özellikleri var. Birleşmeyi sadece soyum devam etsin diye yapmazlar. İşin içersinde zevk ve lunapark gibi ışıkların olduğu bir parıltılı durum var yani .. Düşünsenize birde peygamber böceği gibi olursak ne olacak halimiz. Biliyorsunuz erkek peygamber böceği birleşmeden sonra dişisi tarafından yeneceğini bile bile soyunu devam ettirmek adına dişisi ile çiftleşir.
Erkeğin peygamber böceği gibi davranmaması zaman zaman ciddi sonuçlar doğurabiliyor. Bazen kadınlar içgüdüleri ile illaki doğuracağım diye tutturabiliyor. Buda bir takım komplikasyonlara yol açabiliyor. Erkeklerin Argonot durumundan sıkılan kimi kadınlar da erkeklerin “güdümlü füzelerine” karşılık “Patriot savunma füzeleri geliştirebiliyor” . Bu konuda kadınların en büyük müttefikleri tıp dünyası. İlk önce sperm bankası diye bir şey icat ettiler. Erkekler bu duruma önceleri çok sevindi. Hey be amma da değerliyiz bak sperm bankası bile kurdular, artık spermimi satar faizi ile geçinirim diye düşündüler.
Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Eee banka varsa banka soygunu da olur hortumlaması da diilmi? Bakın geçenlerde Hindistan da bir sperm bankasından 101 numune çalındı. Hayatımıza sperm hırsızlığı diye bir kavram girdi. Antalya da bir doktor kendi rızası dışında çocuk doğurup nafaka isteyen kadını “sperm hırsızlığı” ile suçladı. Ünlü tenisçi Boris Becker de geçtiğimiz yıllarda sevgilisinin oral seks yaparken spermini çaldığını iddia etmişti.
Not: Tarafıma gelen bir elektronik postadan alıntıdır.
Türkiye de toplumsal değişim ve Türk Rock'ı - II
Türkiye'de toplumsal değişim ve Türk Rock'ı
1980-1990 dönemi:
1960 ve 1970li yıllarda yaşanan anarşi ve terör olayları sonucunda Türkiye’nin içinde bulunduğu kaos ortamı 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle son bulmuştur. Darbe ve darbe sonrası askeri yönetimi 1983 yılına kadar devam etmiştir. Hatta 1982 yılında, 1961 anayasasının getirdiği hak ve özgürlüklerin daha gerisinde ve ona tepki olarak, yeni anayasa kabul ettirilmiştir.
Buna karşılık, darbe öncesi 24 Ocak 1980 tarihinde, 24 Ocak kararları olarak literatüre geçen ve o kararların mimarı olan bürokrat Turgut Özal’ın, askeri yönetim döneminde de, Başbakan Yardımcısı olarak göreve devam ettiği zaman diliminde, daha liberal ve daha dışa dönük ekonomik modelin temelleri de atılmıştır.
1983-1990 yılları arasında ise askeri darbenin ve onun getirdiği sınırlamalar, en azından ekonomik anlamda nispeten etkisini yitirmeye başlamıştır. Ekonomik anlamdaki liberalleşme bir şekilde siyasal ve toplumsal alanda da kendini hissettirmeye başlamıştır. Kapitalizmin ve onun toplumsal yaşayış biçiminin getirdiği kurallar, Türk toplumu üzerinde de kendini göstermiş ve bireycilik ön plana çıkmıştır. Toplum, öğrenciler ve gençler bile, depolitize olmuş, bu da doğal olarak Türk Rock müziğini de etkilemiştir. Daha önceleri de protest bir tarzı olmayan Türk Rock müziği bu kez toplumdan da böyle bir istek gelmeyince hiç o alana kaymamıştır.
Hızlı kentleşme ve büyük şehirlere göç, kırsal yaşama biçiminin kentlerde de yaşanmasına, dolayısıyla burjuva ve entellektüel kesimlerde dahi arabesk ve pop müziğin, ön plana geçtiği, rock müziğinde, en azından çok büyük toplum kesimince, dışlandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde ekonominin liberalleşmesinin etkisiyle, özel televizyon ve radyo kanallarının da kurulmasına neden olmuştur. Ancak yine bu dönemde bir kaç yerel radyo kanalı hariç, hiçbir zaman rock müzik kanalı olmamıştır. Toplumun depolitize olmasında 1980 dönemindeki askeri yönetim ve onun getirdiği Anayasa kurallarının etkisi yadsınamaz.
Bu dönemde ortaya çıkan rock grubu Pentagram'ın aşağıda söyledikleri bu dönemi çok güzel anlatmaktadır. "O yıllarda şimdik kadar rock metal dinleyen insanlar çok çok azdı. Öyle 14-15 kişi bir araya gelip beraber müzik dinlerdik. Bakırköy tayfası, Avcılar tayfası gibi kodlamalar vardı. Üstümüze o zamana göre çok ters sayılacak şeyler giyerdik; bilekliklerimizi kendimiz hazırlardık. Mercan'dan piramitler alıp, çok laf yedik, tepki çektik. Öyle bir dönemdi, hatta kolsuz tişört giymenin homoseksüellik sayıldığı yıllardı. Sonra Rambo çıktıda insanlar alıştılar buna. 80'ler güzeldi ama Türkiye için zor yıllardı.
Bu dönemde ortaya çıkan rock grubu Pentagram'ın aşağıda söyledikleri bu dönemi çok güzel anlatmaktadır. "O yıllarda şimdik kadar rock metal dinleyen insanlar çok çok azdı. Öyle 14-15 kişi bir araya gelip beraber müzik dinlerdik. Bakırköy tayfası, Avcılar tayfası gibi kodlamalar vardı. Üstümüze o zamana göre çok ters sayılacak şeyler giyerdik; bilekliklerimizi kendimiz hazırlardık. Mercan'dan piramitler alıp, çok laf yedik, tepki çektik. Öyle bir dönemdi, hatta kolsuz tişört giymenin homoseksüellik sayıldığı yıllardı. Sonra Rambo çıktıda insanlar alıştılar buna. 80'ler güzeldi ama Türkiye için zor yıllardı.
Dünyada da heavy metal'in sıçrama yaptığı, enstrümanların kalitesinin arttığı heavy metalin en güzel günlerini yaşadığı dönemlerdi Türkiye'de darbe sonraı yasakların olduğu, insanlara yapılan baskıların getirmiş olduğu stres ve zorlukları yaşadık bizler.Öyle bir nesil olarak yetiştik.."
1990- 2000 dönemi
Bu dönemde karşımıza çıkan, önde rock gruplardan Bulutsuzluk Özlemi’inden bahsetmeden geçilemez. Yukarıda anlatılan savların aksine Bulutsuzluk Özlemi Türkçe Rock yapmaktadır. Anadolu Rock’ın dışında, Türk Rock’ına şehirli bir yaklaşım ortaya koymuştur.
Her ne kadar grup 1980 li yıllarda kurulmuş ve ilk albümünü 1986 yılında çıkarmış olsa da 1990 yıllardaki çalışmaları ile adından söz ettirmeye başlamıştır. Grup şarkı sözlerinde sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve politik konuları dikkate almıştır. Grupta Nejat Yavaşoğulları, Sina Koloğlu, Akın Eldes, Sunay Özgür, Utku Ünal, Deniz Demiröz, Berke Özgümüş, Burak Güven, Serdar Öztop gibi müzisyenler yer almış ve almaktadır.
Toplumun depolitize olmasına ve medya kuruluşlarının da buna çanak tutmasına en büyük örnek aşağıda anlatılan olay çok güzel bir örnektir: Irak Savaşı sırasında Bulutsuzluk Özlemi grubundan Nejat Yavaşoğulları'nın gitarının üzerindeki Savaşa Hayır yazısı Power Türk televizyon kanalı tarafından silikleştirilmiştir. Söz konusu kanalda sonra yayından da kaldırılan klip gelen tepkiler üzerine sansürsüz olarak tekrar yayınlanmıştır.
Yine bu döneme örnek olarak Pentagram'dan yola çıkarsak; Grup albümleri sonrası konserlere çıkmaktadır. Bu konserlerden en çok ses getireni olan "Açık Hava Konseri'ni" albüm haline getirdiler. 1999 yılında çıkan bu canlı performans albümünün adı konserdeki coşkulu Pentagram hayranlarının "Popçular dışarı" diye ettikleri tezahüratlardan alan "Popçular Dışarı" oldu. Bu albüm, Pentagram'ın söylemiyle, Türkiye'de 4. bir kuvvet haline gelen "medya'ya" ithaf ediliyordu. Albümün kapağına da, bolluk ve bereketi simgeleyen "Bereket Tanrısı"heykelinin bir resmi konulmuştu.
Bu periyottaki toplumsal ve siyasi gelişmelere gelince 1990 lı yıllarda da tıpkı 1980-1900 yılları arasındaki depolitazasyon devam ediyordu. Ülke 1994 ekonomik, 1999 da deprem, 2001 de yine ekonomik krizler yaşadı.
1990-2000 arasında faili meçhul cinayetlerin ve kolluk kuvvetlerin aşırı baskısı altında geçen yıllar oldu. Pek çok Kürt aydın ve işadamı faili meçhul cinayetlere kurban gitti.
Ülke yönetiminde yer alan merkez sağ ve sol partileri, toplumun beklentilerine cevap verememesinden ötürü hızla kan kaybetti. Bunun etkisi ile yapılan 1995 seçimleri sonucunda bir merkez sağ partisi ile radikal İslamcı söylemleri olan diğer bir Ülkeyi koalisyon ile yönetmeye başladı. Toplumda 1980 yılındaki darbenin ardından uygulamaya başlanan "yeşil kuşak" politikası çerçesinde, İslamcı akımların çalışmaları meyvelerini vermeye başlamıştı. Ancak bu kez ordu, elit siviller ile sivil bürokrasi birlikte 1998 post modern darbesini gerçekleştirerek hükümeti devirdi. Böylelikle 1980 yılında, terör ve anarşik olaylar nedeniyle gerçekleştirilen darbe, bu kez radikal islamı önleme ve Laikliği koruma adına yapılmıştı.
Hızlı göç ve şehirlerin kırsallaşması ise son hızı ile sürüyordu. Pop ve arabesk müzik yine revaçtaydı. Ulusal müzik kanalları da bundan etkilenerek sadece bu müziklere yer veriyordu.
2000-2010 dönemi
2002 yılında yapılan seçimlerde bu kez İslamcı söylemleri olan radikal partiden ayrılarak kurulan yeni bir parti tek başına iktidar oldu. Bu Türk toplumunun merkez partilere olan tepkisinin artan oranda bir tezahürünün devamı niteliğindeydi. Ancak bu parti, Avrupa Birliği'ne katılma, yasa ve kuralları Avrupa Birliği normlarına uydurma uygulamalarını hızla başlattı. Geniş bir toplum kesimi buna oldukça şüpheli biçimde yaklaşarak takiye yaptığı düşüncesindeydi. Ancak Türkiye Dünya'da yaygınlaşan global etkileri bu dönemde daha da hissetmeye başladı. Avrupa ve ABD, hükümetin yaklaşımlarını ve politikalarını destekledi. Ayrıca Globalizmin etkisi ile Türk Borsası da Dünyada meydana gelen olaylardan doğrudan etkileniyordu.
Ancak ilginç bir şekilde 2000 li yıllardan itibaren Türkiye'de hızla rock müzik grupları kurulmaya en azından İstanbul'da Taksim ve Kadıköy'deki barlarda çalmaya başladılar. Bu gelişimi Ulusal Müzik kanalları da farketti ve bu grupların albümleri Medyada çalınmaya başladı.
Buna paralel olarak, 2002-2010 yılları arasında iktidarda bulunan iktidar partisi her zaman demokrat olma, sivil ve askeri bürokrasinin vesayetini yok etme adına birçok reformlar ve uygulamalar yaptı. İktidarı döneminde "darbe teşebbüslerini" deşifre ederek, sorumluları için yargılama sürecini başlattı. Ancak bu durum muhalefet ve iktidarı tam bir kutuplaşma konumuna geldi. Bu kutuplaşmaya sivili, askeri, vatandaşı, medyası ile bütün toplum katmanları da katıldı. Ancak tüm bu sert kutuplaşmalar, serbest tartışma ortamı, daha demokrat ve şeffaf bir ortam olduğu sürece daha da yumuşamaya, taraflar birbirlerini daha iyi anlamaya başlayacaktır.
Yukarıda bahsedilen depolitizasyon yerini sıkı bir politize olma biçimine bıraktı. Toplumda, 2007 yılında, iktidarda olan partinin uygulamalarına tepki olarak, geniş halk kitlelerinin katıldığı, Cumhuriyet tarihinin en kalabalık mitingleri düzenlendi. Bu mitinglerde Türk Rock Müziği topluluğu Bulutsuzluk Özlemi'de konserler verdi. Mitinglerdeki genel söylem, çağdaş yaşamı ve laikliği korumaydı.
Buna karşın hükümet, liberal, solcu ve dinci aydınlar da bu mitingleri "toplum mühendisliği" ne soyunmuş olan sivil ve askeri bürokrasinin manipülasyonu olarak gördü.
Tüm bu mitingleri, eylemleri, hükümetin yürütmüş olduğu azınlıkları kapsayan açılım politikalarını, 1980 yılı askeri ve 1998 yılı post modern darbesinden sonra, Türk Toplumunun bütün kesimlerince hissedilen depolitizasyonun sona erdiğinin bir göstergesi diyebilirmiyiz? Bunun, Türk Rock müziğinin geçmişte hiç olmadığı kadar yaygınlaşması ile aynı zaman dilimine rastlaması acaba bir tesadüf olabilir mi?

Türkiye'de toplumsal değişim ve Türk Rock'ı -I
Türkiye'de toplumsal değişim ve Türk Rock'ı -I
1960 lı yılların sonlarına doğru, dünyayı kasıp kavuran rock fırtınası, başlangıçta Türkiye de kendini hissettirmesi ancak bu grup ve müzik tarzını dinleme olanağı olan kısıtlı bir çevreyle sınırlı kalmıştır. Bu müzik tarzı özellikle müziğe meraklı ve amatörce kendi müziklerini yapmaya çalışan burjuva gençleri tarafından keşfedilmiş ve kendi olanakları ile yaptıkları besteler, ancak çok kısıtlı bir çevre tarafından dinlenebilmiştir. Çünkü o dönemlerde Türkiye ekonomisiyle de, yaşam biçimiyle de dışa kapalı bir ülke idi. Ayrıca kitle iletişim araçları içersinde olan radyo devlet tekelinde, basılı medya ise özel olmasına rağmen yine devletin kontrolü altındaydı. Dolayısıyla dünyada başlangıçta, 1963 yılında Bob Dylan’la başlayan ve siyah düşmanlığının inatla sürmesi, savaşın anlamsızlığı, sevginin önemi ve dünyanın güzelliklerinin hızla yitip gitmesi söylemleriyle ortaya çıkan rock müziğinin aynı felsefeyle kitle iletişim araçlarında yayınlanması söz konusu olamazdı. Ancak rock müziği tarzıyla bestelenen fakat sözleri aynı felsefeyi içermeyen parçalar söylenebilirdi.
Türkiye’deki rock müziğini değerlendirirken, toplumsal ve siyasal değişimleri de dikkate alarak on yıllık periyotlarla incelemekte yarar vardır.
1960-1970 dönemi:
1950 li yıllarda çok partili demokratik yönetim şekline adım atan Türkiye’deki demokrasi 1960’ın başlarında askeri darbe ile kesintiye uğradı. Böylelikle çok partili parlamenter sisteme de ilk kez bir müdahale ile ara verilmiş oldu. Demokratik olmayan bu müdahaleye rağmen, 1924 Anayasasına göre çok daha çağdaş, demokratik ve katılımcı bir demokratik Anayasa’da bu dönemde yürürlüğe girdi. İşçilerin sendikal, sivil toplum ve öğrencilerin dernek kurma hakları bu yeni Anayasa ile daha da çağdaş daha da ilerici bir hale getirildi.
Dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de 1967-1968 yıllarında başta Erkin Koray, Barış Manço, Cem Karaca, Moğollar olmak üzere bir çok grup ve müzisyen kendilerini üne kavuşturacak olan ilk 45liklerini çıkarmaya başlamışlardı. Erkin Koray ve Barış Manço gibi yurtdışına eğitim amaçlı gitmiş ve oradaki müzik akımlarından etkilenmiş ve aynı zamanda Türkiye’nin müzik kültürünün de etkisiyle bu iki farklı müzik kültürünü sentezleyerek Türk rock müziğinin doğuşunu sağlamışlardır. Aynı zaman da Amerika’da ortaya çıkan Psychedelic rock akımı da aslında kendi ülkelerinin müziklerinin kökeninde bulunduğunun farkındaydılar.
Batı’nın 68li hippileri de doğu mistizmiyle ilgili araştırmalar yaparken, bu müzisyenler bu olayın içerisinde yetiştikleri için, batı müziği ile doğu mistizmini ve yerel müziklerini çok iyi sentezlemeyi başarmışlardı.
Türkiye’de rock müziğinin ortaya çıktığı dönemlerde, dünyada olduğu gibi ülkemizde gençlik hareketlerinin ortaya çıktığı, gençlerin yönetim biçimlerini, kapitalizmi, savaşları sorguladığı ve buna karşı tavır aldığı zamanlardı. Aslında dünya gençliği bunlardan önce, başlangıçta, düzenin gerektirdiği ve kendilerine dikte ettirilmeye çalışılan yaşam biçimini, dogmaları, eğitim sistemini, sorgulamak ve buna itiraz etmekle başladılar. Rock müziği de bu akımlardan etkilenerek, söylemlerini bu doğrultuda gerçekleştirdi.
Ancak Cem Karaca dışında yukarıda anılan diğer Türk rockçıları, yine yukarıda açıklanan sebeplerden ötürü ( dışa kapalılık, düşünce özgürlüğünün olmaması v.b) yaptıkları müziklerin söylemleri siyasi, toplumsal veya yaşam biçimini sorgulayan içerik taşımıyordu.
1970-1980 dönemi:
Bu dönemlerde Türkiye, dünyada soğuk savaşın doruğa ulaştığı kutuplaşma döneminde, jeopolitik konumu, her iki kutbun da ülkemize olan ilgisi nedeniyle, hiçbir Batılı ülkede dahi yaşanmayan, bir kargaşa ve kaos içerisindeydi. Türkiye, gençliği, polisi, öğretmenleri ve sivil toplum kuruluşları da bu kutuplaşmanın içerisindeydi. Aslında Türk gençliğinin hareketi, Avrupa’daki öğrenci hareketlerinden biraz da farklı bir içerik taşıyordu. Daha doğrusu, kendilerine dikte ettirilmeye çalışılan yaşam biçimine karşı koyma ile başlayan ve daha çok bireysel özgürlüklerin savunulması gibi bir nitelik taşıyan düşünce akımı, çok kısa bir sürede, daha çok düzenin değişmesi isteklerine ve bu yolda silahlı mücadelelere dönüştü. İşte bu silahlı mücadele kısmı Avrupa’da Türkiye’deki gibi yoğun ve uzun yaşanmadı.
Bir yanda herkese eşitlik, özgürlük, emeğin hakkını veren bir toplum düzeni savıyla hareket eden solcular, diğer yanda ise kapitalist, muhafazakar, milliyetçi bir dünya görüşünü benimseyen sağcılar. Aralarındaki silahlı mücadelelere varan bu teror olayları 70 li yılların sonlarında had safhalara vardı.
Her ne kadar Türk rock grupları ve müzisyenleri, bu çatışmanın içerisinde bulunmak istemeselerde, kutuplar onları, onların istemleri dışında, kendi görüşlerine yakın bularak taraf yapmışlardı bile. Buna bir örnek vermemiz gerekirse; Cem Karaca sosyalist grubun, Barış Manço ise milliyetçi grubun rockçıları gibi olmuşlardı.
O dönemde Türk pop müziği yabancı parçalara Türkçe sözler yazarak, aranjman yaparken, Türk rock müziği ise Anadolu folk müziği ile rock müziğini sentezleyerek, kendine özgü bir akım yaratmıştı. Böylece Türk rock müzisyenleri, özgünlüklerini koruyup, kendi ülkelerinin kültürlerine olan sevgilerini müziklerine yansıtmışlardır.
26 Aralık 2010 Pazar
Neden FB bir Real Madrid, GS MU, BJK Barca olamadı..
İstanbul'un üç büyüklerinin geçen sezondaki başarısızlıkları, bu sene Avrupa kupalarına ve yeni sezona kötü başlangıçları, Bursaspor'un geçen sezonki şampiyonluğu ve bu sene sezona yine flaş başlangıç yaparak GS yi kendi evinde yenmesi acaba tesadüf mü? Asla.. Çünkü üç büyükler çok kötü yönetiliyor.
Türkiye futbol liginin başlangıcından bugünlere kadar ekonomik, lobi ve medya gücü ile Fenebahçe, Galatasaray ve Beşiktaş ( güç sırasına göre) hep korunagelmiş onlar için diğer (anadolu) takımlar dolgu malzemesi olarak görülmüşler, güçlenmelerine asla izin verilmemiştir.
İstanbul takımlarına ilk başkaldırıyı Eskişehirspor yapmış, ancak onun da önü her seferinde Futbol Federasyonu tarafından saha kapatma cezaları ve kasti hakem hataları ile kesilmiştir. Ayrıca o sıralarda stad gelirleri, deplasman veya evsahibi takımı ayrımı yapılmaksızın puan hesabına göre paylaşılırken, Eskişehirspor'un 3 büyüklerin deplasmanlarından puanlarla dönmesi karşısında, bu kural değiştirilmiş ve sonuç ne olursa olsun aslan payını evsahibi takım almaya başlamıştır.
Bu isyana daha sonra Trabzonsporda katılmış 6 kez lig şampiyonluğu almış, ancak bu da 80 li yıllarda elde edilen başarılar olarak kalmış, süreklilik arz etmemiştir.
Bu durum, mücadelenin sadece üç büyükler arasında olmasına, rekabetin cılız kalmasına, Türk futbolunun bir nevi "triopolleşmesine" neden olmuş, buda FB, GS ve Beşiktaş'ın Avrupa kalitesinde bir marka takım olabilmesinin önünü kesmiştir. Ne FB bir Real Madrid, GS bir MU, Beşiktaş ise bir Barcelona olabilmiştir.
Bursa, Kayseri, Eskişehir ve Gaziantep gibi Anadolu takımlarının da şampiyonluk için yarışmaları, rekabetin içinde olmaları, uzun vadede üç büyüklerin yararına olacaktır. Çünkü çoklu rekabet ister istemez kaliteyi getirecek ve bu takımların iyi yönetilmesine sebep olacaktır.
Dolayısıyla önümüzdeki dönemlerde bütün takımların, özellikle üç büyüklerin yönetimleri doğal seleksiyondan geçerek ya kendini yenileyecek ya da yok olup gidecektir.
Türkiye futbol liginin başlangıcından bugünlere kadar ekonomik, lobi ve medya gücü ile Fenebahçe, Galatasaray ve Beşiktaş ( güç sırasına göre) hep korunagelmiş onlar için diğer (anadolu) takımlar dolgu malzemesi olarak görülmüşler, güçlenmelerine asla izin verilmemiştir.
İstanbul takımlarına ilk başkaldırıyı Eskişehirspor yapmış, ancak onun da önü her seferinde Futbol Federasyonu tarafından saha kapatma cezaları ve kasti hakem hataları ile kesilmiştir. Ayrıca o sıralarda stad gelirleri, deplasman veya evsahibi takımı ayrımı yapılmaksızın puan hesabına göre paylaşılırken, Eskişehirspor'un 3 büyüklerin deplasmanlarından puanlarla dönmesi karşısında, bu kural değiştirilmiş ve sonuç ne olursa olsun aslan payını evsahibi takım almaya başlamıştır.
Bu isyana daha sonra Trabzonsporda katılmış 6 kez lig şampiyonluğu almış, ancak bu da 80 li yıllarda elde edilen başarılar olarak kalmış, süreklilik arz etmemiştir.
Bu durum, mücadelenin sadece üç büyükler arasında olmasına, rekabetin cılız kalmasına, Türk futbolunun bir nevi "triopolleşmesine" neden olmuş, buda FB, GS ve Beşiktaş'ın Avrupa kalitesinde bir marka takım olabilmesinin önünü kesmiştir. Ne FB bir Real Madrid, GS bir MU, Beşiktaş ise bir Barcelona olabilmiştir.
Bursa, Kayseri, Eskişehir ve Gaziantep gibi Anadolu takımlarının da şampiyonluk için yarışmaları, rekabetin içinde olmaları, uzun vadede üç büyüklerin yararına olacaktır. Çünkü çoklu rekabet ister istemez kaliteyi getirecek ve bu takımların iyi yönetilmesine sebep olacaktır.
Dolayısıyla önümüzdeki dönemlerde bütün takımların, özellikle üç büyüklerin yönetimleri doğal seleksiyondan geçerek ya kendini yenileyecek ya da yok olup gidecektir.
ordan burdan-1
Yaşamda karşıma çıkan hani bir ordan bir burdan diyebileceğim bence şeyler...
Şehirlerin simgeleri: Bence şehirlerle özdeşleşlen araçlar, Londranın iki katlı otobüsleri, Amerika'nın sarı okul otobüsleri, istanbulun yolcu vapurlarıdır. İyi ki yeni yolcu vapurlarında da eskilerin dizaynı korundu..
Universitelerin kalitesi: Üniversitelerin kalitesi aslında öğrenci kalitesi ile başlar. İyi imajlı üniversiteler iyi öğrencileri çeker, iyi öğrencilerden de iyi öğretim üyeleri olur...
Teknoloji: İnsanların fotoğraflarına veya video kayıtlarını tarayarak kimlik bilgilerine ulaşılabilecek teknolojiyi bulan, önümüzdeki on yılın mucidi olur..
Anlamakda güçlük çektiklerim:
1-Boğalara yapılan insanlık dışı işkenceyi zevkle izleyen ve bunu spor olarak addedenlerle, bu anlayışa gösterilen toleransı.
2-Çanakkale şehitlerini anma gününde Avustralya'dan gelen anzak torunlarını..
3-Organizasyon ve planlama özürlüsü olan Türklerin taahhüt alanındaki başarısını..
4-Kaos, tartışma, kavga ortamı ile yaşamaya alışmış olan Türklerin stabil ve istikrar ortamında nasıl yaşayacaklarını..
5-Formula 1 de iki saat içersinde bir araba diğerini geçecek veya geçerken diğerine dokunup spin atacak ve yarış dışı kalacak diye kilometrelerce yol katedip binlerce dolar harcayan Türk insanlarını. (Oysa bunlar İstanbul'da her saat başı ve her köşede rastlanan sıradan şeylerdir.)
Şehirlerin simgeleri: Bence şehirlerle özdeşleşlen araçlar, Londranın iki katlı otobüsleri, Amerika'nın sarı okul otobüsleri, istanbulun yolcu vapurlarıdır. İyi ki yeni yolcu vapurlarında da eskilerin dizaynı korundu..
Universitelerin kalitesi: Üniversitelerin kalitesi aslında öğrenci kalitesi ile başlar. İyi imajlı üniversiteler iyi öğrencileri çeker, iyi öğrencilerden de iyi öğretim üyeleri olur...
Teknoloji: İnsanların fotoğraflarına veya video kayıtlarını tarayarak kimlik bilgilerine ulaşılabilecek teknolojiyi bulan, önümüzdeki on yılın mucidi olur..
Anlamakda güçlük çektiklerim:
1-Boğalara yapılan insanlık dışı işkenceyi zevkle izleyen ve bunu spor olarak addedenlerle, bu anlayışa gösterilen toleransı.
2-Çanakkale şehitlerini anma gününde Avustralya'dan gelen anzak torunlarını..
3-Organizasyon ve planlama özürlüsü olan Türklerin taahhüt alanındaki başarısını..
4-Kaos, tartışma, kavga ortamı ile yaşamaya alışmış olan Türklerin stabil ve istikrar ortamında nasıl yaşayacaklarını..
5-Formula 1 de iki saat içersinde bir araba diğerini geçecek veya geçerken diğerine dokunup spin atacak ve yarış dışı kalacak diye kilometrelerce yol katedip binlerce dolar harcayan Türk insanlarını. (Oysa bunlar İstanbul'da her saat başı ve her köşede rastlanan sıradan şeylerdir.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)